Betül Odabaş,  Deneme Yazıları

DERSİMİZ AÇILAR

Düşünebilme yetisi; insana atfedilmiş olup ve bizler sanki her an, her saniye onu kullanabilsin diye “olay olgusunun” yaratıldığı bir evrene konuk olmuşuz. Tesadüflerin çok daha ötesinde bir mucize olan açılarımızın dereceleri ise şaşırtmak konusunda hep dinamizmini koruyor.

Bu akşam, saygı duyduğum ancak “sevme eylemi” için yeterince zaman geçirmemiş olduğum bir büyüğüm ile beraberdim. Altın saatini taktığı kolunun eklemlerinden güç alarak yudumlarken çayını -aklına nasıl geldi, bilemiyorum- bir olay anlattı hayvanlar aleminden.

Belgeselde şahit olduğu bu olaya göre; açlıktan ölmek üzere olan bir kurt, kargaların seslerini takip edip bedeninde kalmış son gücüyle ormanın derinliklerine ilerlemiş. Kargaların seslerinin kesildiği yere vardığında afiyetle yiyebileceği ve kendisini ölümün eşiğinden kurtaracak bir leş ile karşılaşmış.

Büyüğüm gözlerinin içi parlayarak hikayeyi bitirdiğinde “kargalar bile kendi türünden olmayan bir canlıya merhamet edecek kadar vicdan sahibi.” dedi. Sanırım bu cümle benim için herhangi bir sokağa, çatısı toprağa deyen ters dönmüş bir evde, yamuk bir pencerenin camından bakmak kadar açısız ve biçimsizdi. Çünkü hikaye bittiğinde kurdun çok zeki olduğunu, kargaların her zaman leş peşinde koşacağını bildiğini ve tam da bu yüzden onları takip ettiğini düşünmüştüm. Bana göre kargalar kendi karınlarını doyurmak varken; neden sonradan kendilerini de akşam yemeği yapıp zevkle yiyebilecek bir canlıya yardım etsinlerdi? Olayın doğruluk payını araştırmayıp terazinin kefelerini tam olarak eşit bıraktım. Çünkü gizli ve esrarengiz olarak hatırlamak istediğim bu basit hikayenin bende düşünsel olarak başlattığı yolculuklar, alacağım tüm cevaplardan daha tatmin ediciydi.

Acaba bir canlının farklı türde bir canlıya yardım edemeyeceğini düşünüyor olmak, içlerde saklanan id’in bir el kaldırışı gibi dışavuru muydu? Savunduğumuz ve fanatik birer taraftar gibi stadyum edindiğimiz seslerimizle çevredeki bencillikleri kınarken, içimizde bir yerlerde “hep ben!” düşüncesi beyazlar içindeki siyah bir nokta gibi kirletiyor mudur bir yerlerimizi? Belki gözle görülmeyecek kadar küçük olan bu nokta, özümüzün yer aldığı bilinçaltımızda en zor zamanlarımızda çıkarmak üzere sakladığımız kötülükler midir ki?

Oysa bu durum sadece mizaçları tahmin edebilme becerimizin bir bakış tarzı da olabilir. Üzerine anlamlar yüklediğimiz evcilleştirilemeyen o asil canlının zekasına da güvenmiş olabiliriz. Her şey romantizmin fikrimize yansımasındandır bir ihtimal de.

Karşı taraftaki büyüğüm de “güzel şeylerin hep var olacağı” düşüncesine aç olduğundan ve evrenin kendi karşılaştıklarından çok daha farklılarını bünyesinde barındırdığına inanmak istemiş olabilir. Ders alınması gerekilen doğanın başlı başına bir eğitimi içinde yaşattığına da inanıyor olabilir. Vicdanın, sadece insanın sahip olabileceği bir üst düzey yeterlilik olmadığını, evrensele kendini açan bir his olduğunu da düşünebilir. Ya da hiçbiri değildir.

Kendimi keşfetmekteyken sorularımı, duvarla tenis oynayan bir “ben” gibi sorabilirim, ancak insanların içinde barındırdıkları dünyadan hangi malzemelerle neyi pişirip ortaya koyacaklarını bilemem ben. Kimse bilemez.

Oysa ne çok şey öğretir; öylesine durup dururken, ortada bir nedensellik bağı yokken, bedenin rahatlamakta olduğu bir anda bile, “düşünme yetisi”. Yorulmak bilmeyen bir işçi gibi, biz baktıkça farklı uydulara; sert bir taşa şekil verir gibi işler bizi. Akıp giden nehirlerimizin sularına ayna gibi yansıtır yine bizi. Karşılık beklemeden ve bir gelindiğinde; bin adımla, meraklı çocuksu bakışlarıyla dolanır içimizde. “Düşünme yetisi” türe özgü hazır oluşların, kullanılması en gerekli ve en aydınlık yönüyle hep var olsun insanda ve insanlıkta.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir