HİSLİ HİÇLİK
Sığdıramadım ruhumu sahibi olmayan boşluklara. Bir türlü bir ‘varlık’ olamadım. Kendime hiç ‘ben’ diyemedim. Nereye gitsem, nerde bir yuva sıcaklığını bulsam birkaç gülümseme kadar sürdü aitliğim. Attığım bir önce ki adımın dahi misafiriydim. Yollar arkamı dönüp bakmama izin vermeyecek kadar sahiplendiler beni. Başımdan aşağıya döktüğüm su bile kuruyup gitti derimde. Bir suya bile ait olamadım. Ama hep olmak istedim, görünmek istedim. Yaşamak istedim. Ve en çok bir kitabın sayfalarında okunmak istedim. İnsanların kendilerini bulduğu cümle vardır ya hani, çocukların hayallerini süsleyen kitabın ismi ya da. Ben öyle satırlara hapsolmak isterdim. Ne müthiş bir özgürlük olurdu! Gözüm yaşlı beklerdim dudakların beni okumasını. Sayfalardan mutluluğum akıp gider diye korkardım herhalde o vakit. Cümledeki bana anlam katan diğer kelimelere komşu olurdum. Hatta onlara muhtaç olurdum. Ne değerim var ki onlar olmadan?
Ama sorsanız hangi kelime olmak isterdin diye, “yağmur” derdim ben. Bir çocuğu korkutma ihtimalim olsa da insanların gözlerindeki maviyi görmek isterdim. Damla damla duran o maviyi. Melül melül akan o maviyi. Toprak kokusunu getirirdim ardımda. Islak çimenin yeşilliğinin hayallerini kurdurturdum uslarında. Hızlıca kaçmaya çalışırken birbirlerine çarpan insanların telaşıyla kalplerini hızlandırırdım. Bu sırada olan biteni olanca sakinliğiyle izleyen yetmişinde bir kadının pencere arkasında olan sükunetini hissettirirdim. Evin içinde kor olan bir ateşin sıcaklığını getirirdim akıllara.
Elleriyle pabuçsuz ayaklarını ovalayan, kıvırcık saçları diplerine kadar ıslanmış esmer bir çocuğun üşümesiyle titretirdim içinizi. Ya da arabanın altına sinmiş bir sokak kedisini düşündürürdüm. Islak, aç ve cılız.
Bir fidanın “ben büyüyorum!” nidalarını dinletirdim size. Günlerdir yağmur duasına çıkan ahalinin inançlarına olan güvenini anlatırdım. Ya da evsiz barksız bir avarenin parkta bir kaydırağın altında ‘dur artık be mübarek’ diye bakan dolmuş gözlerini. ‘Yağmur’ olsaydım, susturamazdınız beni cümlenin ortasında. Kazıya kazıya hissettirirdim kendimi hayallerinizde. Öyle bir yağardım ki gökyüzünden, ama öyle farklı yağardım ki… Bulut arkamdan ‘gitme!’ diye başka yağmurlar yağdırırdı. Beni okuyan kimse durup düşünmek zorunda kalırdı harflerimin üzerinde.
Ya da büyük bir kütüphanenin tozlu raflarında kalın bir kitap olsaydım şayet başlı başına bir cümle olmak isterdim. Kelimelerden bir ailem olsun isterdim. Ve aynen şu olurdum: “Gecenin her sabah güneşin doğacağına umut etmesi gibi umut et.” Hayat dolu olurdum, beni okuyan derin bir nefes almayı isterdi. Aydınlıklara inanırdı. Karanlığın geçiciliğini fark edip ışığa yürümek için hazırlık yapardı. Ya da ışık olmak için kendini yakardı. Öyle inanırdı umut ettiği her şeye.
Fakat ne bir kelimeyim ben ne de bir cümle. Bir harf kadar bile tecellim yok kâinat üzerinde. Adımlarını güzergâh bellemiş bir seyyahım ben. Uçsuz bucaksız sahipsizliklerin seline kapılmışım. Çırpınmaktan öte eylemim yok. Hiç olmadığım kadar “hiç ’im” ben.