Betül Odabaş,  Deneme Yazıları

Kelimeler ve İnsanlar

 

Kelime sözcüğü, Arapça “kalima” (كليمة) kökünden türemiş “söylenen söz” anlamına gelmektedir. Sözcük ile eş anlamlı olduğu söylenilen kelime kelimesinin –böyle yazıldığında ciddi anlamda hoşnutsuz duruyormuş- de aynı anlamı taşıdığını söyleyebiliriz. Ancak aynı görev yerlerinde kullanılabileceği tartışma konusudur. “Eş anlam” zaten başlı başına bir tartışma konusudur.

Ben bu durumu genellikle Arap alfabesindeki hırıltılı okunan hı (خ) ve Türkçedeki hali gibi okunan he  (ح) sesine benzetiyorum. Temelde çıkış yerleri ve yerleştiği mecraya kattıkları anlam aynıymış gibi dursa da birbirinden çok farklı vazifeleri üstlenirler. Örneğin hırıltılı he ile okunan “Haleka” kelimesi “yaratmak” anlamına gelirken diğeriyle okunan “haleka” kelimesi “tıraş” anlamına gelmekte. Bizde de buna benzer birçok durum var. Yürek ile kalp kelimeleri çocuklara ezberlettiğimiz (!) sözlüklerde aynı anlama gelmekte ancak günümüzde neredeyse tamamen soyut bir anlam kazanmış yürek kelimesini kalp kelimesinin yerine kullanamamaktayız. Siz hiç yürek ameliyatına giren bir doktor gördünüz mü bilmiyorum, ben genelde rastlamadım.

Ama konumuz bu değil. Konumuz insanlar ve kelimelerin etimolojik açıdan benzerliğinin bulunmamasına rağmen, derin anlamlarda benzer özellikler göstermesi.

Nasıl oluyor, başlayalım mı?

İnsanlar da kelimelerde, kuyu gibi biraz. Derinlerine indikçe farklı anlamlar, farklı özellikler görüyorsunuz. Git git bitmeyen bir yolculuk gibi. Işık tutabildiğiniz kadar geçmişe ilerlediğinizde farklı hikâyeler ile karşılaşıyorsunuz. Her iki “canlı” için de “sahiden mi?” sorusunu sormaktan vazgeçemiyorsunuz. Şaşırtmak konusunda hep diriler, farklı seçenek sunmak da ve inandırıcılıkları konusunda gayet iyiler.

Örneğin “gebe“ kelimesinden türeyen “gebermek” kelimesinin –şu an çok alakasız geliyor ama birazdan “vay be,” diyeceksiniz-  “ölmek” ile eş anlamlı olduğunu düşünebilirsiniz. Unutun eş anlamı! İnsanlar yakınları bu dünyadan intikal ettiğinde “Öldü,” mü diyor yoksa “Geberdi,” mi? Çoğunluğu “Öldü,” demek ile birlikte, kabullenemeyişin sindiği “Kaybettik,” ifadesini kullanıyor. Konumuza dönecek olursak, eskiden insanlar; vefat eden insanların karın kısımlarına taş koyarlarmış. Günümüzde bu gelenek bıçak koyma olarak evrilmiş. Bunu yapmalarının asıl nedeni aslında ölen kişinin şişmesini, kabarmasını önlemek olarak literatüre geçmiş. Mezara defnedilmeden önce insanların yaptığı son görev buymuş. Şişmek, kabarmak kelimelerini duyduğunuzda şimdi gebe ve gebermek kelimelerinin ortak olan yönleri anlaşılıyor mu biraz? İçinizden “Değişik bir olay,” dediğinizi duyabiliyorum.

Benim şaşırdığım bir diğer olay ise “gök” ve “Tenri>Tengri” arasındaki bağlantı. Eskiden Türkler Tenri kelimesini gökyüzünü ifade etmek için kullanırlardı ve bu durum şu anda gökyüzüne gökyüzü dememiz kadar yaygın ve doğaldı. Ancak Kaşgarlı Mahmut DLT’de Müslüman olmayan Türklere “yere batası kafirler” olarak seslendikten sonra bu kullanımın yanlışlığını belirtir. Zira Tengri, ulu yaratıcı anlamı taşıyan bir kelime olduğundan aynı zamanda gökyüzünü karşılayan bir anlamda da kullanılamaz.  Vahdaniyet yani birlik inancı olan bir dinde Allah ile aynı anda farklı bir varlığın karşılanması kabullenilemez. Zamanla Müslüman Türklerin sayısının artmasıyla tenri kelimesinin ilk anlamı ortadan kalkmış ve dini anlamıyla yaşamaya devam etmiş. Bu sayede “kök>gök” kelimesinin kullanımı tenrinin yerini almış.

Şimdilerde Tanrı olarak bahsettiğimiz bu kelime yine Müslüman Türkler tarafından benimsenmiyor, hatta çok ağır bir itham sayılıyor. Bu da ayrı bir sohbet konusu tabii.

Mızıkçı kelimesinin kökünün “su” ile alakalı olduğunu söylesem? Ne alaka diyeceksiniz değil mi? Oysa açıklayınca çok anlamlı gelecek.

İçinizden tekrarlayın mızık,cıvık,mızık,cıvık… Bir şeyler çağrıştırıyor sanki. Evet, kesinlikle doğru adrestesiniz. “Sıvık ”yumuşak kıvamlı, suyu fazla” kelimesi s > c değişmesi neticesinde cıvık olarak
‘fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış,” olarak bir değişim göstermiş. Cıvık kelimesi de daha sonradan kötü şakalar yapan, ortamlarda soğuk espriler yapmaya bayılan kimseleri nitelemek için kullanılmış. Yolculuğu bitmiş mi sahiden burada? Hayır, tabii, daha sonradan göçüşme yoluyla “mızık” kelimesine dönüşmüş. Şimdilerde çocukların oyun oynarken hile yaptıklarında birbirlerine bağırarak ve sitemle söyledikleri düşük bütçeli bir argo kelimesi diyebiliriz. Kavga başlatmaz ancak, ağrına gider bireylerin.

Belki de araştırsak hikâyesi olan on binlerce kelime var. İnsanın okudukça okuyası gelir, durup kendisinin de keşfedesi gelir hatta. Ama etimoloji bağımlılık yapan bir bilim dalı olduğu kadar üzerine çalışanı da kitaplar, bazen yolculuklar arasında serüvene götüren bir alan sanırım. Çünkü hiçbir zaman harflerin evrimleşmesi asıl hikâyeyi ortaya koymaya yetmiyor, kültür bağlamı içerisinde anlaşılmayı istiyor.

Peki, insanlarla ne alakası var? İnsanlar da sizce kelimeler gibi değil mi? Ya da kelimeler de insanlar gibi. Zaman denen olgu, arkasına dönüp bakmadan ilerlerken değişen sadece uzayan saçlarımız değil aslında. Bir kelime sanki yıllarca ait olduğu anlama yerleşmek için çabalar gibi ilerlerken, insan da kendini keşfetmek için yaşam yolculuğunda derin bir seyahate çıkar. Ve bu seyahat ne dışardan içeri ne de dışardan dışarıyadır. İçerden içeriye devam eder.

Aynı olaylara verilen farklı tepkiler, acılara gösterdiğimiz direnç, ayrılıklara yazdığımız şarkılar ya da söverken dillendirdiğimiz şiirlerin bile derinlerde öyle farklı anlamları var ki. Hatta bence gerçekten sanatçı olarak bir havuza alabileceğimiz çoğu insanın eserini onların yazdığı dil ile çözümleyemiyoruz. Yani bir İsmet Özel şiirini okurken, gerçekten onun dünyasına girebiliyor muyuz sahiden? Tam da burada söylemek istediğim bir şey var. Her insanın bir dünya olduğunu söylerdim eskiden, artık her insanın bir kâinat olduğunu söyleyebilirim. Ve bir Yaratan’ın varlığına inandığımdan, bu kelimelerde benim kalemimde şekil bulup hamurumdan çıktığına göre, eşsiz bir düzenin varlığına da şükredebilirim.

Bazen çok mutlu eden bir fotoğraf görürsünüz, ya da bir video. Ama onun bile kötü eleştirisini yapan insanlar olur. İşte tam da o sırada sinirlenmeden önce kelimeler gibi sivrildiğimizi hissederim. Hem de çoğu gerçekten eleştiri yapmak için değil, öyle inandığı için konuşur. Bu yönümüzle ne de çok benzeriz kelimelere. Bakışlarımız, yorumlarımız, tepkilerimiz hatta yaşayışımızın tamamı kelimelerdir aslında.

Ömür diye yaşadığımız, kelimelerin oluşturduğu bir cümle mi, öykü mü roman mı? Sizin kelimeleriniz ne kadar derin? En çok evrimleşen kelimeniz neydi?

Umuyorum ki, değişen tüm kelimeleriniz anlam iyileşmelerine uğrar. Sevgilerle.

 

 

 

Türkmen, Seyfullah, ”Gebermek Kelimesinin Kökeni Üzerine”, TDK Belleten, Kırıkkale

Kara, Mehmet, “Mızıkçı Kelimesinin Kökeni Üzerine”, Kırıkkale

Şen Serkan, “Eski Türkçede Gök İle Yerin Adlandırılışında Renklere Dayalı Deyim Aktarmalarından Yararlanma ve ‘Kara’ Sözcüğünün Kökeni Üzerine”, İLMİ ARAŞTIRMALAR, Sayı 24, 2007, 129-136

 

 

 

 

 

 

 

8 Yorum

  • Zeynep

    Kalemine sağlık kardeşim 🌸 Kendimi geliştirmek için adım attığım bugünler de ilaç gibi geldi valla,, sayende yepyeni bilgiler ekledim lügâtıma..
    Bir nefeste okuyacağınız ve her bir cümlesinden kendinize yeni birşeyler katacağınız enfes bir yazı olmuş🌸

      • Duygu cebesoy

        Güzel öğretmenim , yazdığınız her öyküyle yüreğimize misafir olup içimizi ısıtıyordunuz. Bu sefer farklı bir çizgide yürümüşsünüz. Kürelleşen dünyada bizi biz yapan değerlerin başında dilimiz gelir. Maalesef ki biz hak ettiği değeri gösteremiyoruz. Sizin gibi başarılı yazarlarımızın bu konuya eğilmesini, sahip çıkmasını, gelecek nesillere aktarma yolunda çabalamasını görmek bizi gururlandırıyor. Yolunuzda yürümeyi Allah bizlere de nasip etsin. Kalemizine sağlık 🌿

Fatma Betül ODABAŞ için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir