Betül Odabaş,  Öykü

TOPRAK ÖLDÜ

Yatağından kalkıp usulca doğruldu adam. Geçen haftadan beri televizyonda izlediği haberlere kafası çok takılıyordu. Tam da bu yüzden uyku tutmamış, yatakta debelenip durmuştu. Kalktı ve kendine bir kahve yaptı. Paket bitmek üzereydi, “bugün kendime yapacak bir şey buldum, harika, kahve almak için markete gitmeliyim,” dedi. Saksıların içinde duran solmuş çiçekler eşliğinde, paslanmış ve kemirilmiş balkon demirliklerinin önünde yalınayak kirli fayanslara basarken yudumladı kahvesini.

Dışarıda akıp giden bir trafik vardı. Bunca insan nasıl büyümüş ve yetişmişti? Tüm insanları uç uca bağlasak dünyayı kaç kez dönerdik? Ölenleri de saysak… Baya bir fazla… Ölenler insan mıdır hala? Her yaşayan insan mıdır sahi?

Düşüncelerinin arasında dolanırken, aklındaki haberlerin merakına yenik düşerek mütemadiyen televizyonu açtı. Hızlıca haber kanallarına ilerledi. Kırmızı fonun üzerine kalın beyaz harfler ile yazılmış o şaşırtıcı başlığı okudu.

“Toprak artık mahsul vermemeye başladı, toprak insanoğluna küstü!”

Spiker canlı yayında kendi camiasında ünlü bir ziraat mühendisi ile konuşuyordu. Kan ter içinde kalan mühendis, peçeteyle parlak alnını siliyor ve boğazında bir şey takılmış gibi sık sık suyunu yudumluyordu. Kendini toparlamış olduğu bir anda konuşmaya başladı:

“Son bir aydır, gözlemlenilen tüm olgulara dayanarak dünyanın farklı kıtalarında araştırmalar yapılıyor. Laboratuvar çalışanları şaşkın, bizler şaşkınız. Daha önce… böyle bir şey… hhiiiç… yani dünyadda.. yaşanmamıştı. Toprak öldü! Yeryüzünü kaplayan, evlerin içindeki saksılarda bulunan ya da henüz tümevarım yapmak için erken olabilir ancak dünyadaki hiçbir toprak artık içerisinde tohumları büyütecek mikroorganizmaları barındırmıyor. Bilimsel açıdan bunun izahını… nasıl.. yani hanggi teori ile açıklayacağımı bilemiyorum.. Sanki bir gecede tüm toprak kütleleri anlaşıp…. Bilemiyorum.. böyle bir şey nasıl olabilir? “

Spiker dondu ve mühendisin uzun süreli suskunluğu yüzünden reklama gidildiği anonsunu yaptı.

Başka bir kanal açtı. “Toprak tohumları büyütmüyor!” Bir diğerinde “Toprak küstü, insanlık şimdi ne yapacak?” Diğer tüm kanallarda da benzer başlıklar vardı. Bitmiş bir kitabın kapağını kapatır gibi televizyonun fişini çekti adam.

Solan çiçeklerine bir daha baktı. Boynu bükük yaprakların kuruyan tarafları çıtırdamak için bir avuç bekliyor gibiydi. Rüzgârda savrulmaya, her parçasının farklı bir iklime uçmaya hevesi var gibiydi. Derin bir uykudayken, soluk göz kapakları toprağa son kez bakmıştı sanki.

Yerinden kalktı ve ölüye yaklaşır gibi ürkek ve çekingen halde saksının başına geldi. Elini yavaşça saksıya daldırdı ve bir avuç toprağı avcunun içine aldı.

Elinin üstünden düşen toz parçalarını sarkan kollarmış gibi hayal etti. Aslında öncesinden hiçbir fark yoktu. Ne daha ağır ne daha hafif. Rengi de aynıydı, serinliği de duruyordu. Gerçekten küsmüş müydü yoksa ölmüş müydü?

“Ölmüş olsa fiziksel anlamda bir değişiklik göstermesi gerekmez miydi? Küsmüşse de niye küsmüş? Ne zor görmüş?” diyecekken dünya ve insan geldi aklına.

Yüzyıllardır belki de insanın yaptıklarının en büyük şahidiydi toprak. Habil ile Kabil’i hatırladı genç adam. Toprağın göğsüne alıp sarmaladığı ilk evladını vermişti o zamanlar…Belki de hiç bitmeyecek evlatlara kavuşmak, araladığı göğsüne cansız bedenlerden taşan acıları koymak ağır gelmişti. Her savaşta düşen başın ağırlığını, düğünlerde sevinç kahkahaları ile hafifletebilmiş miydi?

Kana yeterince doyduğundan da olabilirdi öfkesi.

Yakanı, yıkanı durduramadıkça akmayan gözyaşı mı kurutmuştu yoksa şimdi toprağı? Kavgalara, hilelere, kararmış tüm duygulara içlenmiş ve susmuştu tabii yıllarca..

Bu zamana kadar merhametinden hiç ödün vermemiş, üzerinde yetişen her can parçasına umut bağladığı gibi insana da bağlamıştı. Yaşanılan her çağ için “işte, şimdi, bu çağ!” demişti.

Oysa hayalleri hep parçalanmış, umudu söndürülüp gökyüzünden silinmişti.

En çok çocukları kollarına sararken yüreği yanmıştı. Kimi merasimli kimi merasimsiz tabuttan çıkarılırken, çocuklara kollarını uzattığında, hep ağlamıştı.

Üzerinden meyve, sebze, mantar, toplarken masum kişilerin yüzündeki sıcak gülüş; bugün, insanın eylemlerine dayanmasına yetmedi.

Ekene, biçene, temizleyene, vaktinde sulayana ve toplayana, ellerini açıp şükredene karşılıksız verdiği hizmetin adaletini insanda göremedikçe çıldırdı.

Yetmedi! Betonla örttüler üstünü. Kaldırım taşlarının arasından çıkan çiçekler direnişinin ufacık göstergeleriydi, onu da kimse anlamadı.

Toprağı anlamadık, diye düşündü adam. “Aslında başından beri dili vardı ancak duyamadık. Kuru diye nitelendirdik, meyve vermesini unutup cansız dedik ona. Peki ya şimdi? Şimdi toprak bizi affedecek mi, daha da kötüsü affetmek isteyecek mi?”

4 Yorum

  • Bahar

    Betül hocam öykünü bu sefer Gesi Bağları eşliğinde okudum.. Altı çizilesi kıymetli cümleler sayıca fazla.. Özellikle “Her yaşayan insan mıdır sahi ?”…
    Hakikaten toprak bize küstü. İyilikler de bize küstü, toprak gizli bir metafor muydu yoksa ? 🌱
    Kaleme kuvvet 🙏🏻

    • Fatma Betül ODABAŞ

      Teşekkür ederim Bahar hocam. Altını çizdiğiniz kısımlar benim de bu öyküyü kaleme alma sebebimdi diyebilirim rahatlıkla. Metafor kısmını güzel duygularınızın yansımalarına bırakıyorum ❤️

  • Aybars

    Geldiğimiz ve tekrar döneceğimiz yerin bir iradesi olsa tam da bu tepkiyi verirdi. Toprakla bu kadar gerçekçi empati yapabilen tek okuduğum yazarsınız. Kaleminize sağlık.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir