BİR ÖLÜP BİN DİRİLİRİZ
Hayat, bir varmış bir yokmuş. Havasını soluduğum, toprağından üretip yediğim, suyunu içtiğim bu dünya, bir nefes alıp verinceye kadarmış. Zaman denilen kavram da, insan için kâinatta kullanılmak amacıyla yaratılan bir olguymuş. Yani zaman da fanidir, ölümlüdür. İnsandan tek farkı toprağa gömülmez zaman. Birisi için bittiğinde başka biri için tekrar doğar.
İşte bir gün benim içinde başladı zaman. İlk defa annemin kucağına verilmeden önce ağladım ben. Annemin beni yanında görünce döktüğü gözyaşlarının yanağıma düşmesiyle, dünyada ki her şeye hayat kaynağı olan su ile tanıştım. Zamanla herkes bana bir şeyler öğretti. “Baba” demeyi, abinin ablanın ne anlama geldiğini, nasıl yürüneceğini, nasıl okunacağını, nasıl sayı sayılacağını. Ve daha niceleri… 7 yaşlarındaydım. Yeni bir şey öğreniyordum. “Nasıl erkek olunacağını.” Düğünler yapıldı benim için. Yedirdiler, içirdiler. Daha önce hiç yüzünü görmediğim beyler karşılıklı oynadılar. Babam onu tanıdım tanıyalı ilk defa böyle gülümsüyordu. Dudaklarının kenarları ile yanağındaki gamzenin birleştiğini gördüm ilk defa. Annem mi? Annemi ilk defa bu kadar yorulurken görmüştüm. Ama öylesine mutluydu ki, dünyanın en güçlü kadını gibi hizmet ediyordu herkese. Durdum ve düşündüm. Demek ki “erkek adam” olmak çok kıymetli, kutsal bir şeydi.
İleri ki süreçte zaman yaşlanmaya devam etti. Her geçen gün usuma yeni bilgiler ekleniyordu. İnsan şemaları oluşuyordu. Mutluluğun farklı tonlarını tadıyorum, ve tabi acının da zehrini…
Zaman, yaşlı bir bilge gibiydi. Öğretiyor, öğretiyor durmuyordu. Hatta susmuyordu. Hiçbir şeyi yaşatmadan geçmiyordu. Sır yok, ipucu yok, kopya yok.
İşte böyle bir eğitimle büyüttü beni. Üç aşkı öğretti bana: İlahi aşkı, beşeri aşkı ve Vatan aşkı. İlahi aşkta Allah’ın rızasını almakla, beşeri aşka sevdalanıp kendi dağına kar bulmakla ve vatan aşkına şehid olmakla damat olunurmuş.
Zaman yine konuşuyordu. Bir gün derin bir soluk aldı ve bana şöyle dedi: “Ülkene dön bak! Bu ülke de kaç insan varsa hepsinin evladı olacaksın. Eski ismini unut artık. “Mehmetcik’dir” senin ismin bundan gayrı. Unut soy ismini, lakaplarını. Ardından sana seslenecek biri olursa “Sen! Vatan Evladı bak hele buraya!” diyecekler.
Sus dedim zaman. Sus ve bana bu şerefi yaşat sadece. Gerimde bıraktığım insanların “En büyük asker bizim asker” nidalarıyla sesleri kısıldı. Annemin gözyaşları bu sefer yüzümün her tarafına değdi. Hüzün ve mutluluk ile…
Babamın yüzünde aynı gülümseme. Çünkü ikinci kez “Erkek adam” oluyordum ben. Ve şimdi benim yüzümde de aynı tebessüm. Ne de olsa anamın evladı, babamın oğluyum ben.
O an geldi. Şimdi bütün aşkları anımsama vakti. Cebimden bir resim çıkartıp kalbimin tam ortasına bıraktım beşeri aşkımı. “Her şey senin için ey en güzel vatan” kelimeleri anlattı vatan aşkımı. Ve aşkların en büyüğüne “Rabbim kabul et beni, sinende yer aç, kavuşmaya geliyorum sana. Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü” diyerek kapıyorum çenemi. Lakin katiyyen ölmedim, ölmeyeceğim. Şehittir benim adım, şehitler asla ölmez!