Betül Odabaş,  Deneme Yazıları

ŞEHİD ŞEHİR: HALEP

Bir fırtınanın tam ortasına açtım gözlerimi. Göz gözü görmüyor, kulaklar duymuyor, ne oluyor diye düşünmeye vakit yok; his yok, duygu yok. Dilim lal olmuş, dudaklarım titremekten yerinde duramıyor. Damağım kupkuru. Ben de ki tek su kaynağı gözlerimden akan yaş damlaları. Ama içilmez ki gözyaşları! Suratım da her şey gibi savaştan payına düşeni aldı. Kir siyahıyım artık ben.

Sızlayan, acıyan yerlerim var. Ve ben sadece ağlıyorum. Bir bulsam ağrımın nerede olduğunu elimle ovalayacağım, ismini söyleyerek haykıracağım belki de.” Ayağım! Kanıyor, durmuyor yardım edin!” diyeceğim. Yok, o kadar korkuyorum ki kalbimin sesi bütün sesleri bastırıyor. Ortalıkta korkmaktan başka ses yok. Olsa da sızım var benim, duyamam ki kimseleri. Bir ara insanın felaket yaratmak için icad ettiği her şey susuyor. Geriye sadece yine insanların ızdırap dolu çığlıkları kalıyor. Kimi “annem!” diye ağlıyor bir şehidin başında, kimi ruhu ahirete çoktan intikal etmiş bir bedene sarılıyor kardeşim diye. Taşların arasında kundağı kana boyanmış bebeği arıyor babası. Ümit çoktan yitmiş yüreğinde. Ben de ağlıyorum. Artık sessizce hıçkırıyorum ama. Sesim de yok artık, konuşmaya çalışsam çıkmıyor boğazımdan. Kördüğüm edilmiş dünyanın en sağlam ipi ile. Ne görüyorum merak ediyor musunuz? Gökyüzünde bir tek bulut. Hz. Halime’nin kucağında iken peygamberi korumak için tam üzerinde onu gölgeleyen bulut gibi, selam getirmiş gibi… Etrafı hep karanlık. O da benim gibi herhâl, yapayalnız kocaman gökte.

Ve artık kainatta iki renk kaldı benim için, bizim için. Biri toz grisi, diğeri buralarda enkazların, molozların yanından ayrılmayan renk ,kan kırmızısı! Toprak isyan ediyor Halep’te: Su ver bana Ademoğlu kan değil! Kurudum, özüm değişti. Vahşi bir yaratık değilim ki kan seveyim ben!

Ağaçlar hastalanıyorlar. Bunca zamana kadar dallarına konan serçeyi, babayiğit gibi esen rüzgarı dinleyerek yaşlanırlardı. Şimdi bir çığlığı daha duyacak takatleri kalmadı. Mevsimi gelmeden salıveriyor yapraklarını. Yeşili yok olalı aylar oldu zaten…

Kan çölü adını verdiğimiz sokaklarımızda, içimizde yeşeren umut tohumlarıyla adım atıyoruz.  Ölümden ürktüğümüzü sanıyorlar. Bilmiyorlar ki ölüm biz de bir düğündür, sevgiliye kavuştuğumuz gündür. Bilmiyorlar ki canlarımız bedenimizden çıktığında bile adımız “ölü” olmayacak. Bizler çoktan şehid düşmüş bir şehrin şehitlik sırası bekleyen meçhulleriyiz aslında! Bilmiyorlar ki benim Kutsal Kitabımda yazan, o dehşet veren, cehennem ateşini hissettiren ayetleri! Anlamıyorlar ki, anlamak istemiyorlar ki…  Onlar ancak kan dökmekle seviniyorlar.

Yıkık binaların altından çıkan minicik ölü bedenler için, hayatta kalanların ise acıktığında cennette ekmek olduğunu hayal edip, sırf bunun için şehid düşmek isteyen masumlar için, ona bu hayatı zorla seçtiren, tüm acımasızlığıyla yaşamını elinden alan kafir ve kafirler için yaşasın cehennem!

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir