Betül Odabaş,  Deneme Yazıları

GÜLEN AYVA AĞLAYAN NAR

Başım ağrıyordu. Çatlayacak gibiydi sanki. Oysa yağmur ne güzel de yağıyordu. Sanki dünya üzerindeki tüm kötü yüreklerde hiçbir kirlilik bırakmayacak gibiydi. Bir ağacın dallarına benzeyen şimşekler ürkütmüyordu beni. İnsanoğluna ulaşmaya çalışan bir el gibiydiler. Boğulmak üzere denizde çırpınan insanoğluna “haydi uzat elini!” dediklerini duyabiliyordum. Pencerenin kenarına geçip sadece bir saniyeliğine aydınlattığı şehrin sokaklarını görmeyi çok isterdim ama ağrım izin vermedi buna ve beni doğruca yatağa sürükledi. Gözlerimi kapatmıştım. “Ne olur bu gece düşünmeyeyim izin ver bana ruhum!” dedim. Dinlemedi beni.
Başım yastığa değdiği andan itibaren dünyanın her yerinden fotoğraflar canlandı zihnimde. Bir yanımda Afrika sıcağının ortasında çocuklarıyla vedalaşıp, tek bidon su almak için iki günlük yola gidecek olan tek başına anneler, bir yanımda derisi kemiğine yapışmış, sinekleri elleriyle kaçırmaya çalışmaktan takati kalmamış aç çocuklar… Dünyanın nasıl bir yer olduğundan habersiz yeni doğanlar ve yaşadığını hiç hissetmemiş ağızları kuru adamlar… Derme çatma evlerinde aynı tastan yemek yiyen ve son damlasına kadar elleriyle süpüren aileler… Öylesine gözümün önünde ki fotoğraf, bir damla sıcak gözyaşı akıyor sol yanağıma doğru. Sonra çiçekli bahçeler… Ağaçlarla çevrili kocaman bir oyun parkında koşturuyor onlarca çocuk. Çığlık çığlığa gülüşüp oynuyorlar. Kiminin elinde kum kovası, kiminde oyuncak kürek… Kimisi de salıncak sırasında. Bazısı oyuncak satan yaşlı bir amcanın tezgâhının önünde ağlıyor hüngür hüngür. Onları izleyen anneleri uzaktan gülümsüyorlar. Sonra bir çocuk düşüyor yere kaydıraktan kayarken. Annesi ona doğru koşarken attığı çığlıklardan korkuyor küçük. Acımadığı varsa da acıyormuş gibi hissettiriyor kolundaki yara. Ağlamaya başlıyor.
Düşünme, hayır düşünme! Sol tarafıma dönüyorum. Mezar başında ağlayan çocuklar görüyorum. Anne babalarının kıyafetlerinde onlar yaşarken sarıldığında duymaya çalıştığı kokuyu aradıklarını en çok. Toprağı insan yiyen bir canavar gibi hayal ettiklerini görüyorum. Acının bazen insanı öldürmeye yetmediğini anlamalarını görüyorum. Omuzlarından ruhlarına sinen yükün altında yapayalnızlar. Düşünceleri uyuşuk şekilde, bir zamanlar gülebildikleri anılarında yaşayacaklar. Bir kurşunun ya da bir kötü yüreklinin karşısına çıkana kadar… Sağıma dönüyorum. Bir damla ter akıyor şakaklarımdan.
Gözyaşları kurumuş bir baba, uçurumun kenarında. Yaşasa zindan, atlayıp öldürse kendini hesabını veremeyecek. Ailesini koruyamamış olmanın utancıyla boğazında hep bir yumruyla gezecek. Hayatı boyunca hiç gülmeyecek. Affetmeyecek.
Her şeyi uzaktan izleyen bir esnaf, dükkânında yağmalanmamış birkaç eşyayla gri dünyayı seyrediyor. Kimsenin satacaklarına ihtiyacı yok artık. Onunda yaşamak için bir sebebi… Fotoğraf değişiyor birden. Uzun bir cadde boyunca birbirini hiç tanımayan insanlar yürüyor karşılıklı. Kimsenin başkasının hayatından haberi yok. Dikkatleri sadece giyilen kıyafetler çekiyor. Kızlar annelerine gizlice gösteriyorlar karşıdan gelenleri. Bebek arabasında oturmaktan sıkılmış çocuklar ve eşlerini beklemekten yorulmuş erkekler… Etraf seslerle dolu. Mağazaların içleri tıklım tıklım dolu ve kabinlerde sıra kuyrukları var. Pazarlıklar yapılıyor. ”Yok, hayatta kurtarmaz” cümleleri uçuşuyor havada. Kimi alıcı mutlu, kimi mutsuz. Erkek çocuğunun elinde bir silah var ve masumca savaşmayı öğreniyor henüz beş yaşında. Annesi komşusuyla karşılaşıyor “yok” diyor, “sevmiyor kitapları”. Ama asla evde günde bir saat bile kimsenin kitap okumadığından bahsetmiyor.
Sırt üstü yatıyorum, açıyorum gözlerimi. Belki gözlerim açıkken düşünemiyorumdur. Olmadı yine. Mermi izleriyle dolu bir odacıkta “öğrenmeye çalışan” bir düzine yavrucak gözümün önünde. Ne kitabı ne defteri? Ayakkabısız, sırtında ince bir bez, kollarıyla çiçek olmuş gökyüzü gibi bakıyor bana. Ona baktığımda zihnimde tek bir cümle var. “Değişmeli bu dünya.”

Ve sonra okulun ilk günü ağlayan çocuklar, onları kapısının önünde bekleyen ebeveynler gördüm. Tabi yine de kötülükten korumaya elimizin kolumuzun bağlı olduğu Leylalar, Eylüller ve diğer tüm masumlar. Şartlar diyorum: Bir çocuk olduğunda, hepsi aynı olmalı. Dünya üzerinde çocukların açlıktan, sapkınlıktan ya da savaştan öldüğü bir düzeni kim kabul eder ki? Onlarca kınama gördüm. Kendi cümlelerini bile kuramamış, ertesi gün unutmuş ve hayatına devam etmiş onlarca insan gördüm. Hoş bir beş çayında “geçen gün de şunu duymuştuk haberlerde” diye başlanıp beraberinde keklerin böreklerin yenildiği sohbetlere maruz kaldım. Midem bulandı, birden yatakta doğruldum. Kafamı yatağın başlığına dayadım ve derin derin nefes almaya çalıştım. Yutkundum ve boğazıma saplanıp kalan acının mideme inmesi için dua ettim. Yine gördüm o çocukları. Zar zor sığdıkları kulübelerin duvarında açık kalmış yerinden askerlerin postallarını izliyorlardı. Askerler saçlarından tutup sürüyüp götürürken genç bir kızı, kulaklarını kapayan çocuklar…
Bir başka yerde efendisinin buyruğunu yerine getirirken kime göre köleyim diye düşünen oğlanlar… O su kuyusundan dönemeyen anneler… Sonra mavi oldu her yer. Denizden korkan bir çocuğun abisine “beni bırakma” diye akıttığı gözyaşları karıştı suya. Kıyısında kumdan kale yapan güneşten teni yanmış çocuklar… Sonra yine savaşın ortasında yanarak ölen çocuklar, gözyaşlarıyla veriliyor külleri toprağa konulurken.
Kalkıp bir bardak su içtim. Geçmeyecekti bu baş ağrısı. En iyisi uyumaktı. . Kolayı vardı, bir uyku hapı içtim dolaptan alıp. Etki etmesi en fazla yarım saatti. Uyuyunca rüya görür ama pek düşünmez insan Sakince yatağıma döndüm. Kapattım gözlerimi. Tüm renkler iç içe artık. Birbiriyle çarpışan renklerin hayalini kuruyorum sadece. Yarın olduğunda ve hayatın içine balıklama daldığımda her şeyi unutabilirim, tabi kafamı yastığa koyana kadar. Çünkü vicdan en çok yastığa baş konduğunda konuşur. İnsanın ruhundan başlayan ve kemiklerine kadar kemiren bir fare gibidir. Küçük ağzıyla yavaş yavaş delirtir zihinleri. Ve ben gerçeklerin siyahına gözlerimi kapayıp, renkleri izliyorum. Dünya üzerinde renkleri çalınmış insanları umursamıyorum artık. Yarın gece tekrar başlayacak olan ızdırabımı düşünmeden önce, iyi geceler vicdanım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir