İnsanlık Suçu
…kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde…
Tüm kanalların akşam haber bültenlerinde, farklı sosyal medya mecralarında aynı olaydan bahsediliyordu. İnternet sitelerindeki günlük yazılarda kalın puntolu harfler ile benzer başlıklar atılıyordu. Başlıkların altında yazılan haber metinlerinde ise bir öykünün düğüm bölümünden alınmış gibi süslü kelimeler ile betimlemeler yapılmış, olay anı; bir kitabın parçasıymış gibi öyküleştirilmişti.
“İnsanlık hakikatten öldü mü?”
…Fatih’in en işlek caddelerinden biri olan Vatan caddesinde feci bir trafik kazası gerçekleşti. Henüz 10 yaşında olan İpek K. okula gitmek için evden çıkmıştı. Ancak karşıdan karşıya geçerken alkollü bir sürücü İpek K.’ya çarptı. Talihsiz çocuğun çiçekli çantası ve beslenmesi iki metre ötede bulunan dükkânların önüne fırladı. Bu sırada çevrede bulunan vatandaşlar panik haline bürünerek ne olduğunu şaşırdı. Yakınlardan geçen kişiler, ilk müdahaleyi yapmaya çalışırken dışarıdan gelen vicdansız bir vatandaş, yerde hareketsiz yatan çocuğun ayakkabılarını alarak olay yerinden hızla uzaklaştı. Şaşkınlığını gizleyemeyen insanlar “insanlık hakikatten öldü mü?” sorusunu sormadan edemedi. Çocuğun durumunun iyi olduğu, sürücünün ise tahliye edildiği bilgisi elimize ulaştı. Ancak halk, o durumda bile çocuğun ayakkabılarını çalmaya çalışan vatandaşa (Yılmaz A.) öfkesini diri tutuyor. Ayrıca ailenin Yılmaz A’ya da dava açtığı biliniyor.
Hakim, ilk görgü tanığını çağırması için kapıda duran adama işaret etti. Kapıcı, cılız vücuduyla kapıya yönelirken sesinin bu kadar gür çıkacağını salondakiler bile tahmin etmiyordu.
“Aysel KAYIN!”
Kadın ismini duyduğunda “benim,” diye bağırdı. Kapıcı koridora doğru haykırdığı için istemsizce yüksek bir ses tonuyla konuşmuştu ama bundan sonra kendi de utandı. Küçük bir çocuk gibi ayakkabılarına bakarak yürüdü. Sanki bir kafesin yarısı kesilmiş de, parmak aralıkları biraz daha gevşetilmiş gibi olan bölüme girdi.
Hakim “anlat gördüklerini,” dedi.
“Hakim bey, pazara gidiyordum. Kocam balık istediydi akşama, çocuklarda meyve al dediverdiydi.. Hafta sonu görümcelerim gelecek, e böreklik bir şeyler…”
“Uzatma hanım, olay anından bahset,” dedi hakim.
“İşte ben tam karşıya geçecekken çocuk önce davrandı, fırlayıverdi yola. Amma insanlar için yeşil ışık yanıyordu. Okumam yok ama kocam bey bana öğretmişti bunu…”
“İnnaa sağbirii, uzatma dedik hanım”
Kadının yanakları kızarmış, gereksiz konuşan çenesine sinirlenmişti. Nerden bulaştım bu işe diye düşünüyordu. Daha eve gidip yemek yapacaktı.
“Sonra kıza araba çarptı işte, yardıma koşam dedim hemen. Elini yüzünü yıkadım yanımdaki suyla, saçlarını geriye atıverdim. Melek gibiydi yavrucak. Sonra… Bu geldi.” Eliyle diğer yarım kafeste duran adamı işaret etti, sesinde öfke belirdi birden.
“Ne yaptın, ne gördün?” dedi hakim.
“Bir çırpıda ayakkabılarını çıkarıverdi kızın, biz öncesi herhal doktor dedik bir bildiği var. Karışmadık. Gözlerinden de yaş geliyordu sicim sicim.
Araya hakim girdi. “Ağlıyor muydu?”
“Evet üzülmüş yardıma gelmiş diye söyledim yanımdaki semiz, ay yani kilolu kadına da… Sonra birkaç saniye gözümüze baktı. Pire gibi sıçrayıp deldi geçti kalabalığı elinde ayakkabılarla. Az kalsın ona da araba çarpıyordu. Beş para etmez herifin, ciğersizin, namussuzun teki.. Böyle insan düşman başına, kahr…”
Hakim susturdu. “Daha ekleyeceğin var mı Aysel Hanım?”
Akşamı içinden geçiren Aysel Hanım, eve şimdi gitsem taze fasulye düdüklüde anca pişer diye düşündü. “Hayır hakim bey,”
Birkaç şahit daha çağrıldı salona. Aşağı yukarı hep aynı şeyler söylendi, çizildi. Hepsi masal anlatır gibi geçmiş zamanlı ifadeler kullanıyordu.
“Adam ağlıyordu,” “Ayakkabıları alıp kaçtı,” “Merhametsiz bu hakim bey!”
Hakim kaşlarını çattı. Bakışlarını adama çevirerek “Yılmaz, bir de sen anlat. Neden çaldın çocuğun ayakkabılarını? Ne yaptın o ayakkabılarla, kime götürdün? Herkes senin için vicdansız diyor, öyleyse neden ağladın?”
Yılmaz, havada gökyüzü varmışçasına kafasını kaldırdı. Yukarıya bakarken gözbebekleri derinleşti. Sanki bulutlardan yardım istiyor gibiydi. Seyrek bir yağmurla kendini anlatmak istiyordu.
“Konuş,” dedi hakim. “Vicdansız olmak, hırsız olmaktan daha kötüdür. Ömür boyu hırsız damgasıyla farklı şehirlerde bile olsa yaşayabilirsin ama vicdanını nereye gidersen git değiştiremezsin.”
Yılmaz kalbine dokundu, damarlı boğazından aşağıya bir yudum su indi. Kanı çekilmiş göz altlarına taşmayı bekleyen damlacıklar oturdu.
“Ben… Görüldüğü gibi değil… Kimseye anlatmadım, bilmiyorlar. Eşim biliyor sadece bir de kızım…”
“Devam et, anlat,” dedi hakim.
“En baştan başlamam gerek Hakim bey. Ben vicdansız değilim. Beni anlamanız gerek. Sadece anlaşılmak istenen basit bir insanım ben.
“Hadi,” dedi hakim.
“Cam fabrikasında çalışıyordum. Beş ay önce işten çıkarttı beni büyük patron. İşler kesatmış. Bindiği araba her ay değişiyor ya neyse! Benimle birlikte bir sürü insanı attılar. Bir günde, hiçbir şey demeden hem de. Önlüklerimizle bile vedalaşamadan çıktım fabrikadan. Hemi de ay sonuydu. Geçen aydan yirmi günlük yevmiyem de onlar da kaldı. Ben de insandım onlar da, bu büyüklük neydi böyle!
Eve geldim, durumu anlattım hanıma. Allah büyüktür, sıkma canını dedi. Cebimde yüz lira kalmıştı hakim bey. Elektriği ödesem akşama iki ekmek alacak param kalacaktı. Canım sıkıldı, kalktım gittim dışarıya iş aramaya. Öyle günlük garsonluk, simit, çekirdek satıcılığı falan yaptım. Üç beş kuruş geçiyordu elime. Önceki ay aldığımız pirinç bitmişti ama ekmek hala fakirlerin bile alacağı kadar ucuz sayılırdı. Hiçbir şey yiyemesek onu yiyebiliyorduk. Allah’tan ekmek var hakim bey!
Bir akşam kızım geldi gözleri şiş vaziyette. Allah biliyor ya, pek seviyorum kızımı. Anasına yardım ettiğini görüp bir yandan da eline kalemi aldığını görünce sevinçten kucaklayıveresim geliyor keratayı.”
Yılmaz’ın sevgisi kelimelerine akmış, hıçkırıklı sesi tüm salona yayılmıştı.
“Ayakkabısı yırtılmış geçenlerde, annesi de önüne eteğinin ucundan parça koparıp dikmiş. Tuttu getirdi, dediği gibi bir çirkin bir çirkin…Dalga geçmiş sınıfta bir bebe… Köylü müsün sen diye sormuş. Bizimki “moda bu,” demiş ama daha çok gülmüşler. Köylü milletin efendisidir kızım dedim ama ne bilsin küçücük kız. Ayakkabı istiyorum diye tutturdu.
Çok gücendim dünyaya hakim bey, cebimde bir ayakkabı alacak para bırakmadı bende. Boğazım düğümlendi ama tamam dedim kızıma. İlk maaşımla alacağım dedim. Gülümsedim. Çok sevindi, o öyle sevinince cebime birden para koymuşlar gibi ben de sevindim. Saflık ne kötü!
İşte o gün… Yani küçük kıza araba çarptığı gün iş bakınıyordum yine. Kızıma söz vereli altı gün olmuştu, her akşam eve heyecanla geliyordu. Ben başımı yok anlamında sallayınca da yemek yemiyordu. Erkenden uyumaya gittim hakim bey, utandım bacak kadar çocuğa bakamadım. Sonra o kızı gördüm işte…Yerde dosdoğru uzanıyordu… Benim kız kadardı boyu… Ayağı da aynıdır diye düşündüm…”
Adam bir süre tekrar yukarıya, bulutlara seslenir gibi baktı. Gözyaşlarına izin verdi. Çizgili gömlekli yakasına doğru süzüldü iki yağmur damlası.
“Önce saçmalama Yılmaz dedim kendime, sen böyle bir adam mısın? Ama sonra kızım geldi gözümün önüne hakim bey, ağlıyordu. Hep gazetelerde ölenlerin arkasından ayakkabıları kalırdı hem. Yazık olacaktı, ne olacak ki dedim içimden! Vallahi kalbim yüreğimde atıyordu, korkak bir adamım ben. Ağlamaya başladım. Yavrucak kanlar içindeydi. Suratına çok bakamadım. Düşman gibi ayağına döndü gözlerim. Bir hamlede çıkarıverdim ayakkabıları. Hızlıca koştum sonra. Az kalsın bana da çarpıyordu bir araba. Ama hiç durmadım, devam ettim koşmaya.
Olay, eksiğiyle fazlasıyla böyle hakim bey. Beni hapse atın ama ayakkabıları kızımdan almayın olur mu? Nasıl sevindi görseniz, en sevdiği renkmiş kırmızı… Bunu da bu sayede öğrendim. Ben hırsızım belki hakim bey, ancak evladını sevindirmek vicdanını susturan bir hırsızım. Dünyaya çok da katlanamayan bir babayım. Affetmeyin beni hakim bey!