
RUHU EBEDİYETE İNTİKAL ETMİŞ AŞK
Yitik bir zamanın son nefes alıp verişini yaşıyor şimdilerde aşk. Son sabaha çıkıyor geceleri, istemeye istemeye doğurtuyor güneşi her sabah. Çürük temelli pürüzsüz binaların arasında kalmış bir gecekondu şimdi o. Duvarlarının boyası dökülmüş, pencerelerinin demir parmaklıkları paslanmış, kapısı bütün avarelere açık. İçi bomboş, dost ağırlamaya isteksizce solgun döşekleri. Yıkılmış bütün divanı, sayfaları halı gibi kaplamış soğuk zemini. İlmi, bereketi kalmamış garibin.
Oysa öyle miydi aşk? Yolda kendisiydi, ışıkta. Varılacak yer de kendisiydi, ilk adımın atıldığı yerde. Kırbaçta kendisiydi, gönlü çizik çizik iyileşemeyen yaralarla dolu olan da.
Sarhoş olup, kendinden geçmekti, ıstırap çekmeye sevdalanmaktı aşk. Çöllerde sıtmaya tutulmak, kuru soğukta Hz. İbrahim’in alev denizini hissetmekti.
Hz. Muhammed’in Hira’dan ilk dönüşünde yorganın altında o taptaze korkuyla titreyişiydi.
Hz. Nuh’un 950 yıllık sabrıydı aşk. Bekleyen, yılmayan ve arkasını dönüp gitmeyen.
Mevlana’nın kendisini peygambere götüren yelin eteklerine sarılma arzusuydu.
Bir nebzede olsa Peygamberle aynı acıyı hissetmek için dişlerini sökmesiydi Veysel Karani’nin.
Miraçta yedi kat göğün uçtan uca meleklerle dolmasıydı.. Ne için? Peygamber için. Ne için? Aşk için.
En büyülü sözler Hz. Yunusu koca bir balığın içinden çıkaran duanın kelimelerinde gizlidir. Hiç küsmemek sevgiliye, umutla avuç açmaktı gecesini gündüzünü ayırt edemediğin zamanın tam ortasında.
Ayın mucize göstermeye ihtiyacı mı vardı sanki? Peygamberi görünce bölündü ikiye.
Ya kas katı yürekleri yumuşatan sihir mi vardır da Vahşi göz yaşlarıyla düşürmüştür omuzlarını göğüs hizasına? Hayır, Vahşinin bile kalbine yıldırım gibi inebilen bir aşk vardır.
Aşk için tahttan inip yollara düşen İbrahim Bin Ethemler vardır.
Yollara düşürür de hiç koşturmaz mı aşk?
Habbabı babasının zulmünden arş-ı alayı titreterek ettiği duayla peygambere koşturan ayakları değildir. Aşktır, aşk!
Şimdi ne basit geliyor Mecnunun Leylayı görünce sırtını dönüp gitmesi. Ne basit geliyor Ferhat’ın Şirin için dağları delmesi.
Aşk artık bana tekrar tekrar çakılmış da yanmaya çalışan bir kibrit çöpü gibi geliyor. Gözler duruk, sözler boş, arayışlar anlamsız. Beşinci mevsimiymiş bir zamanların, yaşanmış ve silinmiş tarih saifelerinden. Lokman hekimin ölümsüzlük iksiriymiş, uçmuş gitmiş göç eden bir martıyla. Bir yıldız imiş, kaymış ve tıpkı bir insan imiş, ölmüş…
Fatma Betül ODABAŞ

