
BEYAZ GÜNEŞ
Bak onun gözlerine
Koskoca bir dağın arkasında güneşin batışını seyretmek gibi seyrediliyor ömrü
Yazmasını olabildiğince geriden bağlıyor.
İnsan ya bu,
Gitmeden önce bütün yüzünü yine çeviriyor dünyaya.
Doymamışçasına ve belki hiç yaşamamışçasına.
Uzun uzun dalışlarında hiç göremeyeceği hayata özlem duyuyor.
Gözlerinin rengi belli belirsiz,
Karar verememiş onca gördüğü ıstırap ve mutluluktan sonra hangi renge boyanacağına.
Sırtı eğik, tabi bir dünya sırtlanmış yarım asırı geçkin hayatında
Kendinden önce mezara giren herkes için ellerinde ki tozu silkeler gibi silkeliyor avuçlarını havada.
Öyle anlamış ki hakikati…
Tek cümlesi var özetleyecek;
“Geldiler ve gittiler.” sonra,
“Şimdi neredeler?”
İnsan ya bu.
Fani ölünce anlar faniliğini, ama canı bedeninden çıkmayan özler faniyi.
Bir damla gözyaşı döker arkasından, sonra gözüyle seçebildiğine verir tekrar dikkatini.
Yaşayacak tabi, nefes aldığı sürece devam edecek unutmaya.
Yaşadığı yılların karmaşıklığına aldırmayarak gurur duyacak kalabalıklığıyla.
Torunuyla torbasıyla, iki yılda bir gelen uzak akrabasıyla.
Bir parça topraktan ekip biçtiğiyle geçinen çiftçi gibi avunacak bunlarla.
Günde kırk odun yarmanın karşılığında izin verecek çayına beş şeker atmaya.
Karışmayacaksın tabi, senden daha dinç olduğuna adım gibi eminim.
Hem bir de “ne yaptın sen” diye soracak olursan,
İncecik zarla örülüdür kalbi;
“Çok mu gördün evlatçım beş şekeri bana?” der.
İnsan ya bu.
Vazgeçmez kendi bildiği gibi anlamaktan.
Geçen her yılda hayat geri sayımını yapıyormuş gibi,
Yüzüne bir çizik attığını göreceksin onun.
Bir ağaç kavuğunu acımadan kazıyan insan gibi,
Kazıdığını göreceksin hayatın insanı.
Acımasızca.
Ve tüm bunların yanı sıra,
Göz bebeklerinin içinde saklanan ölümü göreceksin.
En az ona yakın olduğu kadar sana da yakın olan ölümü.
Karşında gördüğün o beyaz güneş,
Hayatın ta kendisidir evvela.
İyi bak onun gözlerine.

