Betül Odabaş,  Deneme Yazıları

HER İNSAN BİR DÜNYADIR

Hep şuna inandım, inanacağım. Her insan dünyaya geldiğinde içinde daha önce kimsede olmayan, ondan başka kimsenin hissedemeyeceği ve yeryüzünde o duyguyu anlatacak hiçbir kelimenin var olmadığı bir his ile doğar. Hani insanın ense kökünden yayılan bir koku vardır, ve onu sahibiyle özleştiririz ya, işte öyle. Bazı kokulara benzetebilirsiniz onu ama asla o kokunun aynısı olmaz .Ve hiçbir zaman alıp bir cam şişenin içine tutsak edemezsiniz. Özdür çünkü. İnsanın ölene kadar yanındadır. İçinde taşır, büyütür onunla yaşar. Hatta bazıları anlaşamaz onunla savaşır. Bir kemirgen gibi kemirir bazılarını. Ama diyorum ya ne ismi bellidir, ne mutlak tarifi. Benimki ise pazar tezgahları gibi. Karman çorman. Çürükle sağlam iç içe geçmiş. Balıkçının yanında meyve tezgahı var. Ya da daha yedisinde bir miniğin çizdiği resim gibi, güneş ısıtıyor etrafı ama sobanın dumanı tütüyor iki pencereli evde.
Gönlüm metrelerce karın altında kalmış, yolu yok, ışığı sönmüş. İçimde doksanında bir ana son nefesini veriyor, bir toprağın canından can gidiyor, kup kuru kalıyor. Bir odun küle dönüşüyor harlı ateşte. Bir çay demini alıyor, beraberinde bir perde çekiliyor akşama. Sessizlik, sükut içinde vazifesi bitmiş bir beden yatıyor mezarda.
Ta derinlerimde yatıyor bir yiğidin atına atlayıp belde belde dolaşması. Zihnim çamurlu suyun berraklığı ölçüsünde parlak. Bedirin sevincini yaşıyor bir yanım, diğeri Uhudun oklarıyla yaralı. Vaziyetim, bir kadının öleceğini bilse de soğuğun ninniler söyleyerek kandırdığı o tatlı uykuya yavaşça dalması gibi.
Gözlerimin önü cam tuğlalarla örülü. Veyahut soğukta buharlaşan camın netliği gibi. Herkes birer siluet, içinin derinliklerine ulaşamadığım herkes aynı. Ova misali, dümdüz.
Ben namazgahta bir elif gibi ruhunu dünya kemiğinden sıyırmış, rükuda yüce kudrete mim gibi boyun eğmiş ve en son vav olup bedenimi terk ettiğimde çürüyüp toprağa toprak katanım.
Ağlarımda tabi herkesten çok, bulutlardan bile çok. Ama benim sokaklarım yüreğimdir, en çok oralar ıslanır. Dağlarıma sisler çöker.
Çocukluğumdan beri kendi sokaklarımda kayboldum ben. Durmadan koştum, düştüm, yaralandım. Kaçan ben, kovalayan yine ben… “Gün” kavramım hiçbir zaman olmadı zaten. Kendimi bildim bileli geceye uyandım, gece de yaşadım.
İnsan kaç yaşına gelirse gelsin her geçirdiği yaştan bir parça kenara anı ayırır ya hani kendine, ben şiddetli bir hafıza kaybı geçirmiş gibi siliyorum ömrümün geçmiş adımlarını. Her sene tekrardan doğmuş oluyorum. Bir yandan kendimin de katili…
Deli etmiyor mu iç sesiniz? Gürültüden hep rahatsız olduğunuzu söylersiniz ama kafanızın tam orta yerinde sizden istemsizce yaşayıp duran, çenesi düşük bütün bedeni ağızdan olan bir varlık var. Susmuyor. Size dair her şeyi biliyor. Sanki vücudunuzda dolaşan damarların tamamını o yönetiyormuş gibi her şeyden haberi var. Siz kendi ağzınızı hareket dahi ettiremezken o hiç çekinmeden beyninizde bir uçurtma gibi uçurur itiraf edemediklerinizi. Ben o yüzden en çok onu öldürmek istedim.
Ne söyleyebilirim ki? Yüzüme baktığınızda iki göz bir kulak bir ağızdan gayrısını göremiyorsanız, gördüğünüzün salt gerçek olduğuna inanmayın. Bir volkan dağıdır insanın içi. Sükut içinde uyuyor gibi görürsünüz. Yıllardır bir bebek gibi uyuyor… Ama asıl gerçeği o dağa tırmanmaya cesaret etmiş dağcı görür. Ola ki gücü yeterde içine doğru eğilip bakabilirse, nasıl bir cehennem, nasıl bunaltıcı bir sıcak… Bir damlası değse tene, ses tellerini kopartacak çığlığı atmaya yeter. Ama dedim ya kimse bilmiyor insanın içine bakmayı, her şey olabildiğince yüzeysel.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir